Ana Sayfa Arama Galeri Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Savaş Songur

Filistin: tarihin aynasında bir ihanet tablosu

Katliamın devam ettiği 16 ay boyunca, yandaşı oldukları iktidarlara seslenip “vanaları kapat, petrolü kes, ticareti bitir” diyemeyenler, şimdi ABD’nin Gazze’yi boşaltma girişimi karşısında kısık sesli ya da suskun. Bu sessizlik, sadece politik bir konumlanma meselesi değil, bir tarihsel kırılmanın işaretidir. Filistin meselesi, modern zamanların en büyük tarihî ihanetlerinden biridir ve bu ihanetin aktörleri yalnızca Siyonistler değil, onlara hizmet eden işbirlikçilerdir. İtiraz edenler varsa hiç kusura bakmasınlar.

Filistin’de dünden bugüne ihanet 

1917 Balfour Deklarasyonu ile başlayan süreç, İsrail’in 1948’de kurulmasıyla hız kazandı. Ancak Filistin’in kaybı, yalnızca İsrail’in silah gücüyle değil, bölgedeki Arap rejimlerinin ve destekleyen ülkelerin ihanetleriyle mümkün oldu. 1967’deki Altı Gün Savaşı’ndan Oslo Anlaşmalarına, Trump yönetiminin Kudüs’ü İsrail’in başkenti olarak tanımasına kadar geçen süreç, sürekli olarak Filistin davasının doğru noktadan ele alınmamasına daha net ifadesi ile satılmasına tanıklık etti. Filistin halkı, önce Arap liderleri, ardından Batı ve Batı destekli rejimler ve son olarak İslam dünyasının kayıtsızlığıyla yalnız bırakıldı.

Siyonistlerin ve İşbirlikçilerinin İki Yüzlülüğü

Tarihte kendilerini Filistinden süren Roma komutanı Titus’tan ilham alan Netanyahu’nun “Filistin devleti istiyorlarsa, Suudi Arabistan’da kursunlar” ifadesi, Siyonist aklın uzun yıllardır sürdürdüğü stratejinin bir yansımasıdır. —Yani Filistin halkını vatansız bırakmak, direnişi kırmak ve İsrail’i bölgenin değişmez hakimi yapmak. Batının kodlarında bulunan Titus’un intikamını Hristiyan dünyasından (Christianity / Christendom) değil Müslümanlardan almak— Peki bu süreçte kimler rol oynadı? Mısır’ın Gazze’yi abluka altına alan İsrail ile yaptığı güvenlik anlaşmaları, BAE ve Suudi Arabistan gibi ülkelerin İsrail ile ticaret hacimlerini artırması, aralarında Türkiye’nin de bulunduğu birçok ülkenin ön tarafta yaptıkları ile arka kapı ilişkilerindeki ikircikli davranışlarıve bazı İslam ülkelerinin sessiz onayı, Siyonistlerin elini maalesef güçlendirdi.

Bu ihanetin en büyük ayaklarından biri de, “Filistin’in hamisi” gibi görünen bazı rejimlerin perde arkasında İsrail’le gizli anlaşmalar yapmasıdır. 2020’de imzalanan Abraham /İbrahim Anlaşmaları, birçok Arap ülkesinin Filistin davasını tamamen terk ettiğini gösterdi. İslam dünyasında büyük bir tepki oluşmaması, Siyonistlerin cesaretini tarihte görülmemiş oranda artırdı.

ABD ve Trump: İsrail İçin Dizayn Edilen Politika

Trump ve ABD yönetimleri, her zaman İsrail çıkarlarını önceledi, öncelemesini de hiç inkar etmedi. Galda Meir’den bu güne gittikçe açıkça ifade etmelerinin zirvesi de Trump’dur. Trump’ın Kudüs’ü İsrail’in başkenti olarak tanıması, GolanTepeleri’ni İsrail toprağı olarak kabul etmesi ve son olarak Gazze’nin boşaltılması planını dillendirmesi, açık bir işgal politikasıdır. ABD, “insan hakları savunucusu” rolünü her fırsatta oynarken, konu İsrail olunca uluslararası hukuku çiğnemekten çekinmemektedir.

Gûya ortada bir ateşkes var. Gazze’ye “insani yardım” göndermekten bahsederken, aynı zamanda İsrail’e tonlarca silah sevkiyatı yapmaktadır. Savaş uçaklarıyla bombalanan Gazze’nin, sonrasında “yeniden inşa” edilmesi için fon vaat eden bu ikiyüzlülük, İsrail’in işgal stratejisini perçinlemekten başka bir işe yaramamaktadır.

Türkiye’deki STK’ların Pasifliği: İslami Hassasiyet mi, Konformizm mi?

Filistin davası, Türkiye’de yıllardır STK’ların ve bazı siyasi grupların hep gündeminde oldu. Ancak bu gündemin büyük oranda “insani yardım” seviyesinde kaldığını görmekteyiz. Yardım elbette önemlidir, fakat siyasal baskı oluşturmak, ses yükseltmek ve diplomatik adımlar atılması için kamuoyu oluşturmak, en az insani yardım kadar elzemdir, kısmı hep es geçildi, geçmeyenler dışlandı. Bugün Türkiye’deki birçok STK, sadece kermes ve bağış kampanyaları düzenleyerek sorumluluğunu yerine getirdiğini düşünmektedir. (Yapılsın yapılması da lazımdır.) Oysa asıl mesele, siyasal mekanizmalar üzerinde baskı kurarak İsrail’e ekonomik, siyasi ve kültürel yaptırımları zorlamaktır. Ancak dün olanlara ve bugün olanlara bakarsak.

“Titus-Trump planı için”İslamî STK’ların bundan sonraki muhtemel duruşunun şöyle olmasından çok korkuyorum.

  • İlk günlerde: “Gazze boşaltılmaz!” sosyal medya söylentileri/klavye kahramanlığı
  • İsrail yıkımlara devam edince: “Gazze harap halde!” yardım organize etmeliyiz. Yardıma katılan kahramanlar ilanı.
  • Yıkım ve sürgün başlangıcı sonrası Filistinliler yaşayamaz hale gelince: “Hastaların ve çocukların güvenli bir ortama ihtiyacı var.” girişimlere başladık, bölge ülkeleri ile çok verimli görüşmeler yapılıyor.
  • Her şey bittikten sonra birilerinin zihnini adapte etmek için: “Hz. Ömer’in mirasına sahip çık Selahattin Eyyübi’nin evladı, Hicrete katkı ver/Bir bilet de sen al.Yardım tırlarımız şu kadar Filistinli aileyi taşıdı, en çok bizi bağırlarına bastılar. (Görsellerde de Türk lider.)

Her hangi bir Ortadoğu ülkesi ve Türkiye’deki bu döngü, sadece katliamı normalleştiren bir sessizlik üretiyor. Gerçek tepki, Filistin halkının yalnız bırakılmaması ve İsrail’le ekonomik, diplomatik ve siyasi ilişkilerin gözden geçirilmesiyle mümkündür.

Türkiye ve Müslümanları Bekleyen Tehlikeler

Eğer bugün Gazze’nin boşaltılmasına karşı sessiz kalınırsa, yarın hedef Batı Şeria, sonra Lübnan ve ardından diğer Müslüman coğrafyalar olacaktır. İsrail’in genişleme politikası, yalnızca Filistin’le sınırlı değildir. Bölgedeki Siyonist nüfuzun artması, Türkiye ve İslam dünyası için büyük bir tehdit oluşturmaktadır. Türkiye PKK/PYD, belasından kurtuluyorum diye Şam’da kahve içerken, kırk yıllık Netanyahu ruhlu azılı katilini salıverme planları yaparken, ABD ve Batı, “İsrail’in güvenliği” bahanesiyle bölgedeki her türlü işgali meşrulaştırmakta. Türkiye gibi ülkelerin bu sürece karşı etkin bir politika üretmemesi, gelecekte daha büyük bedeller ödenmesine neden olabilir. Bugün Gazze’nin kaybı, yarın Türk ve İslam dünyasının kaybı anlamına gelir.

Son kalan Müslüman çocuk bile sürgüne zorlanırsa, Gazze sadece bir coğrafya kaybı değil, bir ruh kaybı olur. Bu nedenle mesele, sadece Filistin’in değil, tüm Türk ve İslam dünyasının varoluş mücadelesidir. Gazze düştüğünde, perşembenin gelişi çarşambadan gelir misali sıranın kime geleceğini tahmin etmek hiç te zor değil…

YORUMLAR

Bir adet yorum var

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

YAZARLAR
TÜMÜ

SON HABERLER