Tarih Kâğıda Değil, Yüreklere Yazılır
Tarih bazen kâğıda dökülen bir antlaşmayla, bazen de milletlerin yüreklerine işleyen bir direnişle yazılır. Bu yazılı bir tarih değil, yaşayan bir tarihtir. Harb-i Umumiye (1. Dünya Savaşı’na) girişimizden, Kurtuluş Savaşı’nda son kurşunu attığımız güne geçen süreç sadece bir tarih değil, Türk’ün yüreğinin ne olduğunun tüm dünyaya gösterildiği altın sayfaların yazılış günleridir. Eğer biz bugün, bu topraklarda hür yaşayabiliyorsak; bunun yolunu açan irade, 10 Ağustos 1920’de Paris yakınlarındaki bir porselen fabrikasında değil, 19 Mayıs’ta başlayıp 23 Nisan 1920’de Ankara’da kurulmuş bir meclisin milletle buluşan dirayetinde saklıdır.
Ne İttihadı ne de Terakkiyi Sağlayamadılar
İttihat ve Terakki adının anlamı olan birliği ne de ilerleme ve yükselmeyi sağlayamadılar. Triosu (üçlüsü) kendi aralarında anlaşamadıkları gibi İT’nin diğer üyeleri ile anlaştılar. Şahsi hırsları ile ne her şeyi sihirli değnekle düzelteceklerini iddia ettiler. Her şeyi ama her şeyi yıkıp yerine hiçbir şey inşa edemediler. Öyle ki parti bayrağına koydukları hürriyet, adalet, müsavat (eşitlik), uhuvvet (kardeşlik) kelimelerinin neredeyse hepsinin tersini yaptılar sonunda vatan bile bırakmadılar. İktidarda olmak ve kalmak öyle bir hal almıştı ki Balkan savaşlarından harap ve bitap düşmüş 600 yıllık devleti Enver Paşa sırf kendi şahsi hırsı sınırsız ihtirası ile padişahtan, kabineden, başvekilden, Talat ve Cemal Paşadan ve partisinden gizlice bir gecede ansızın savaşa sokuvermiştir. Osmanlının son nefesi bu ben yaptım oldu ihtirasıyla 4 yılda bitiverdi. Hepsi ülkeyi terk etmiştir. Özal’ın deyişi ile koskoca imparatorluğu 9 yılda bozuk para gibi harcadılar. Hala birileri için kahraman olarak anılmaya devam ediyorlar. Eğer tarih bilgisi bir işe yarıyorsa hırslarına yenik düşmüşlere dikkat etmek lazım.
Sevr: Bir Milletin Var Olma Hakkına Vurulan Zincir
Tarih şahittir ki Sevr Antlaşması, sadece Osmanlı Devleti’ne dayatılan en ağır metin değil, dünyadaki herhangi bir millete dayatılan metinden daha ağır ve sömürgeci bir metindi. Devletin ve Türk milletinin varlığını koruyabileceği elinde kalan son toprak parçası bile dört bir yandan işgal planlarının konusu olmuştu. Bu coğrafyada varlığının Avrupa ve Asya’da tescili olan Boğazlar üzerindeki egemenlik hakkımız bile elimizden alınıp, milletimiz İstanbul’un surlarına sıkıştırılmaya çalışılmıştı.
Türk milletinin ruhunun yoğurulduğu Anadolu’nun doğusunda Ermenistan ve Kürdistan adı altında yeni devletler tasarlanarak kukla devletlerle Türk milletini silmeye kalkıştılar. Bu da yetmedi, İzmir ve çevresi Yunanistan’a, Arap toprakları İngiltere ve Fransa mandasına bırakılmıştı. Varlığımızı koruyacak ordumuzun sayısı 50 binle sınırlandırılmış, ağır silah bulundurmamız yasaklanmıştı. O günün adıyla kapitülasyon, bugünün adıyla ticari ayrıcalık daha da genişletilerek, Türk milleti kendi ülkesinde üç kuruşa muhtaç, aç, sefil ve net bir azınlık durumuna düşürülmeye çalışılmıştı.
19 Mayıs’ta Başlayan Yolculuk: Anadolu Halkının İradesi
Fakat Sevr, sadece bir kâğıt parçası olarak kaldı. Sevr’i hiç kimse kabullenemedi. İşgal altındaki İstanbul hükümeti ve Padişah da onaylamadı. Ama esas olarak Anadolu halkı bu dayatmayı kabul etmedi. Mustafa Kemal Paşa’nın liderliğinde Millî Mücadele 19 Mayıs’ta Samsun’da başlatıldı. Son Mebusan Meclisi üyeleri Ankara’ya gelip yeniden açtıkları mecliste Sevr’i imzalayanlar, milletin vicdanında ‘hain’ olarak tescillendi.
Bu kararlı direniş, askeri ve diplomatik zaferlerle taçlandı. Sakarya Meydan Muharebesi, Büyük Taarruz, Mudanya Ateşkesi derken sıra Lozan’a geldi. 24 Temmuz 1923’te imzalanan Lozan Antlaşması, tarihe Türk milletinin bağımsızlık beyannamesi olarak geçti.
Lozan, Sevr’in tersine; Boğazlar’dan İzmir’e, Misak-ı Millî sınırlarından Anadolu içlerine kadar vatan toprağının bütünlüğünü sağladı. Kapitülasyonlar kaldırıldı, azınlıklar meselesi eşit yurttaşlık temelinde çözüldü. Ermenistan ve Kürdistan hayalleri tarihe karıştı. Türkiye tam bağımsız bir devlet olarak dünyaya yeniden doğdu.
Tarih, Kendi Kaderini Çizen Milletleri Yazar
Bugün Lozan’ı eleştiren bazı sesler duymak mümkün. Oysa şunu unutmamak gerek: Lozan bir sonuç değil, Millî Mücadele’nin diplomasiyle tesciliydi. Asıl zafer cephede kazanıldı. Lozan ise bu zaferin masadaki imzasıydı.
Sevr’den Lozan’a geçen süreç bize bir şeyi öğretti: Bir millet kaderine el koyduğunda ve iradesini temsil eden bir meclis kurduğunda, en ağır dayatmalar bile tarihin tozlu raflarında kalır.
YORUMLAR