Semerkant Zirvesi (Nisan 2025), bu mirası sarsan bir gelişmeye sahne oldu. Kazakistan, Özbekistan ve Türkmenistan‘ın, KKTC yerine Rum kesimini tanıması, yalnızca diplomatik bir kırılma değil; Türk dünyasının ortak hafızasına vurulan bir darbedir. 1571’de Kıbrıs’ı fetheden Osmanlı donanması, 1974’te adaya çıkan Mehmetçik ve 2025’te Orta Asya’dan gelen bu “Türklüğe karşı tarihsel kırılma”, aynı denizin farklı yüzyıllarda yuttuğu gerçekleri anlatıyor.
Hem Türkiye‘deki hem de Orta Asya‘daki Türk devletlerinde iç siyaset sloganları, dış politikayı gölgeledi. Örneğin alfabe masalı gözümüzün önündeki çöpü göremez hale getirdi. Açıkça ifade etmekte fayda var: Haritalar büyürken gönüller daralıyorsa, strateji iflas etmiş demektir. İsterseniz şimdi meseleyi şu başlıklar altında inceleyelim.
- Hala Sultan’ın Yaseminleri Kıbrıs’ta Ebediyen Tütmeli
Hala Sultan (Ümmü Harâm bint Milhân), Hz. Osman’ın emriyle Akdeniz’de İslamiyeti yaymak için yola çıktı ve ebedi istirahatgâhı Kıbrıs oldu. Hala Sultan’ın memleketi Akdeniz’in doğusundaki adada artık yaseminler kokusunu Müslüman Türklerden esirgeyip Kıbrıs’ın Rum’una peşkeş çektiler.
- Akdeniz’de Var Olma Mücadelesi: Kıbrıs’ın İki Fethi
Türklerin Akdeniz’deki varlığı, stratejik bir zorunluluk ve jeopolitik bir kaderdir. 1571’de Kıbrıs’ın Osmanlı tarafından fethi, Doğu Akdeniz’deki Venedik egemenliğini kırarak Osmanlı’yı bir deniz imparatorluğuna dönüştürdü. Ada, Anadolu’nun güneyindeki “seddülbahir” (deniz seddi) rolü üstlendi. Ancak 20. yüzyılda İngiliz sömürgesi altına giren Kıbrıs, Türkiye için yeniden bir varoluş meselesi hâline geldi. 20 Temmuz 1974 Barış Harekâtı, sadece Kıbrıs Türklerini korumakla kalmadı; Türkiye’nin Doğu Akdeniz’deki askerî ve siyasi varlığını garanti altına aldı. Bugün Türkiye’nin Mavi Vatan doktrini ve Doğu Akdeniz’deki enerji arayışları, bu tarihsel mirasın bir devamıdır.
- Tarihî Kırılma: Orta Asya’dan Gelen Sırt Dönüş
Türk devletleri, Soğuk Savaş’ın bitimiyle bağımsızlıklarını kazandıklarında, Ankara’da “Türk Birliği” hayalleri yeniden canlanmıştı. Ancak Semerkant‘ta yaşananlar, bu hayalin ne denli kırılgan olduğunu gösterdi. Türkmenistan’ın “tarafsızlık” politikası, Kazakistan ve Özbekistan’ın AB ile ekonomik iş birliğine yönelmesi, Türkiye’yi stratejik bir yalnızlığa itmekle kalmadı, Türkiye’de bu konularda durumunun ne olduğunu kabak gibi ortaya koydu.
- “Kardeşlik Aidiyeti, Gönül Coğrafyası Yatırım Anlaşmalarına Nasıl Yenik Düştü?”
Avrupa Birliği’nin 12 milyar avroluk teklifi, Orta Asya devletlerinin Kıbrıs politikasını satın aldı. Oysa Türkiye, 1990’lardan bu yana bu ülkelerin altyapısına milyarlarca dolar yatırım yaptı, eğitim bursları verdi, askerî iş birliği geliştirdi. Ancak Brüksel’in “nakdî diplomasisi”, Türkiye’nin “gönül coğrafyası” söylemini alt etti. Bu durum, Türk dünyasının ortak siyasi irade oluşturamadığının kanıtıdır. Türk birliği, ekonomik çıkarlar karşısında zayıf kalıyor. Türk’ün Türk’ten başka dostu varmış o da paraymış dedirttiler.
- Alfabe Değişikliği Masalı: Türk Dünyasında Yüzeysel Birlik
Türkiye, Sovyetler’in dağılmasından (1991) bu yana Türk devletleriyle entegrasyon için alfabe birliği gibi sembolik adımlara odaklandı. Özbekistan ve Azerbaycan’ın Latin alfabesine geçişi, Türkiye’de “ortak dil” heyecanı yarattı. Ancak alfabe değişikliği, kültürel birliğin yalnızca görünen yüzü olarak kaldı. Gerçek entegrasyon, ortak bir savunma politikası, ekonomik ortak pazar veya eğitim müfredatlarının uyumlaştırılmasıyla sağlanabilirdi. Sanırım bu konuda herkes birbirini kandırdı. 35 yıla yakındır Türk dünyasına ağabeylik rolü vizyoner liderlikten yoksun olduğunu gösterdi. Siyasi iktidarlar, “Türk dünyası” kavramını iç politikada milliyetçi söylemi beslemek için kullandığı ortaya çıktı.
- SSCB Sonrası Fırsatların Harcanması: Tarihî Sorumluluk
1991’de bağımsızlığını kazanan Türk devletleri, Ankara’ya “ağabey” gözüyle baktı. Türk Zirveleri, Türk Keneşi gibi oluşumlar, umut verici başlangıçlardı. Ancak:
Ekonomik İş Birliği: Türkiye, Orta Asya’ya Batılı şirketlerin girmesine aracılık etmekle yetindi; kendi sermayesini bölgeye taşımadı. Eğitim Politikası: Orta Asya’dan gelen öğrenciler, Türkiye’deki yabancı düşmanlığı ve bürokratik engellerle karşılaştı. Kültürel Yakınlaşma: Türk dizileri ve popüler kültür Orta Asya’ya ulaştı, ancak bu, siyasi birliğe dönüşmedi. Çünkü; Türk dünyası ortaklığı, alfabe değişikliği gibi yüzeysel adımlarla kurulamaz. Bu proje, ancak derin bir siyasi irade, ekonomik entegrasyon ve ortak güvenlik stratejisiyle hayat bulabilir.
Sonuç: Kıbrıs’tan Orta Asya’ya Yalnızlaşan Türkiye
Tarih, Türklerin Akdeniz’deki varlığını bir varoluş mücadelesi olarak kaydetti. Ancak 2025’te Orta Asya’dan gelen diplomatik darbe, bu mücadelenin ne denli kırılgan temeller üzerine kurulduğunu gösterdi. Türkiye, Kıbrıs’ta olduğu gibi Orta Asya’da da jeopolitik gerçeklerle yüzleşmek zorunda.
Çıkış Yolu olarak KKTC’nin Tanınması İçin Yeni Bir Küresel Kampanya‘ya ihtiyaç var. Tarih bize şunu gösteriyor: Türk devletlerine bir şans daha vermeyecekler. Ya ortak bir gelecek inşa edilecek ya da ekonomik çıkarların gölgesinde unutulacaklar. Kıbrıs’ta boğulan kardeşlik, Orta Asya’da tekerrür etmemeli…
Son Söz: Kıbrıs’ta âdeta boğulan Türk birliği hayali, Akdeniz’deki Mavi Vatan hayallerimizi de kararttı. Kıbrıs’ta sakalımızın kesilmesine müsaade etmeden kollarımızı kesmezsek, tarih acı şekilde tekerrür eder. Adalar Denizi’nde (Ege Denizi) gemilerimizi Anadolu kıyılarına sürterek yüzdürmek zorunda kalırız.
YORUMLAR