Boğaz’ın Hidivleri, Katar’ın Kuleleri ve Kanal İstanbul’un Gölgesinde Bir Şehir!
Arşiv Uzmanı ve Tarihçi Gözüyle
İstanbul üzerine kütüphaneler dolusu kitaplar yazıldı, eserler üretildi. İstanbul gibi dünyada eşi benzeri olmayan İstanbul için değer.
Bu noktadan bakılınca İstanbul kendisine yapılan her şeyi şehir hafızasında tutmayı başarmış nadir şehirlerden birisi.
İstanbul… Yalnızca bir şehir değil, geçmişin, ihtişamın ve iktidarın bir türlü eksilmeyen cazibe merkezi. Tarih boyunca kimi seyyahların, kimi komutanların, kimi tüccarların gözünde dünyanın kalbi olmuş. Bugünlerde ise yeniden “emlak pazarının kalbi” olma yolunda. Bu durum yeni değil. Aslında yüzlerce yıl öncesine uzanan bir geleneğin güncellenmiş hâli.
Boğaz’da Mısır Hıdivlerinin Ayak İzleri
Mısır 1517’den 1833’yılına gelene kadar ortalama stabil seyreden Osmanlı Mısır ilişkileri, Kavalalı Mehmet Ali Paşa’nın vali olması sonrasında hikaye değişmişti. Sorunların aslı ile ortaya konulanlar farklı idi. Mesela görüntüye Hidivlik gibi bir makam ihdas edilmişti. Sonrasında hidivlerin Osmanlı Devleti’yle kurduğu çetrefilli ilişki sadece siyaset tarihinin değil, İstanbul’un mimari ve sosyal tarihinin de önemli bir parçasıdır. Bir yanda isyanlar, öte yanda Beykoz’da yükselen kasırlar…
O dönemde Hıdiv ailesi İstanbul’un en değerli sahil semtlerinde yalılar yaptırmış, Boğaz’ın en güzel köşelerine adeta mühürlerini bırakmışlardı. Hatta o kadar ki, halk Mısır’dan gelen bu cömert misafirlerin İstanbul’a gelişini dört gözle beklerdi. Çünkü bol para harcar, hayır işlerinden geri durmaz, şehrin ekonomisine de canlılık getirirlerdi.
Bir başka dikkat çekici detay ise Mısır Hıdivlerinin İstanbul’a yatırım yapmasının ardındaki neden: saltanatla arayı sıcak tutmak, İstanbul’un siyasi ikliminde nefes alabilecek bir alan bırakmak. Yani emlak değil, biraz da “güç ve görünürlük yatırımı” idi bu.
Yatırım Bahanesiyle Bitmeyen İstanbul Merakı
Bu ilgiyi yalnızca Mısır Hıdivleriyle sınırlamak doğru olmaz. Batı dünyası yatırım merakı ticari faaliyet ve eğitim adı altında görünür. Arap dünyası ise geçmişten gelen bir hayranlık nesnesi üzerinden ilgi gösterir. Örneğin 16. yüzyılda İstanbul’u ziyaret eden Arap seyyah el-Gazzî, Üsküdar’ı tarif ederken “şenlikli, güzel, aydınlık bir şehir” der. Gördüğü manzarayı, İstanbul’un zarafetini, camilerini ve pazarlarını hayranlıkla kaleme alır.
Aslında bu satırlarda, o dönemin İstanbul’unun sadece bir şehir değil, bir kültürel merkez, bir insanlık buluşma noktası olduğunu hissedersiniz. Bugün yaşanan ilginin de bu tarihî hafızayla yakından ilişkili olduğunu söylemek mümkün.
Son yıllarda sıkça duyduğumuz Katarlı yatırımcıların İstanbul’daki emlak ilgisi, tarihî bir devamlılığın modern versiyonu gibi. Tıpkı Hıdivler gibi, bugünün yatırımcıları da Boğaz hattındaki kıymetli yalı ve arsaları tercih ediyor. Tek fark, o dönemde yatırım kişisel prestij ve Osmanlı’yla ilişkileri sıcak tutmak için yapılırken, bugün tamamen finansal ve stratejik çıkar odaklı.
Peki bu kötü mü? Hayır.
Ama sorulması gereken asıl soru şu: Bu yatırımlar, şehrin sosyokültürel yapısına ne katıyor, ne götürüyor? Tıpkı, batılıların ticaret merkezleri ve eğitim yapıları gibi, tıpkı Hıdivler döneminde olduğu gibi. Bugünün İstanbul’u da dışarıdan gelen sermayenin hem katkısını hem de dönüşüm gücünü yaşıyor. Yalnızca değerli binalar değil, şehir belleği de el değiştiriyor.
Unutmayalım ki;
Şehirler, sadece taşın toprağın değil, hafızanın da ürünüdür. Ha, Cyrus Hamlin’in Arnavutköy sırtlarındaki Robert Koleji, ha Beykoz Kasrı’nın duvarlarında Mehmed Ali Paşa’nın gururu Abbas Hilmi’nin Hidiv Kasrı.
Bugünse Katar’ın cam kuleleri, Boğaz’ın tarihi siluetine meydan okuyor.
Bu da yetmiyor Ekolojik Hafıza da yeniden ele alınmak durumunda: Bedreddin el-Gazzî, İstanbul’un baharını “çiçeklerin açması, çimenlerin bitmesi” diye anlatmıştı. Peki Kanal’ın yapacağı toprak kayması ve su tükenmesi, bu tabloyu nasıl etkiler?
Kanal İstanbul Meselesi: Bir Hatırlatma
Bugün tartışılan Kanal İstanbul Projesi, Boğaz’ın tarihî önemini bilenler için aslında bambaşka bir kaygı konusu. Osmanlı arşivlerinde su yollarının şehir dengesi üzerindeki etkilerine dair yüzlerce belge bulunur. Her büyük proje beraberinde toplumsal hareketlilik, ekolojik değişim ve mülkiyet kaymaları getirmiştir.
Bu yüzden meseleye yalnızca “yatırım” veya “proje” olarak bakmak yetersiz. Kanal İstanbul, şehrin tarihi boyunca biriktirdiği hassas dengelerin üstüne yeni bir katman ekleyecek. Burada asıl mesele, İstanbul’un kimliğinin ve doğasının korunması.
Sonuç: İstanbul’u Kim Sahipleniyor?
Mesele yatırımcı kimliği değil. İsterse Hıdiv olsun, Levanten olsun, Misyoner olsun, isterse Amerikalı olsun isterse Katarlı. Önemli olan, İstanbul’a bakış açısı. Tarihte olduğu gibi, bugün de İstanbul yalnızca bir arsa ya da yatırım bölgesi değil. Bu şehir, medeniyetlerin hafızası, kültürel birikimi ve toplumsal dokusu ile kıymetli.
Bu nedenle İstanbul’a yatırım yapan her grubun, geçmiştekiler gibi şehrin kültürüne, doğasına ve hafızasına bir şey katıp katmadığına bakmak gerek. Tarih, yalnızca zaferlerle değil, yapılan hatalar ve gösterilmeyen özenle de anılır.
Katarlılar dahil yabancıların yatırımcıların satın aldığı gökdelenler, son birkaç yeşil alan kalmışken ve Kanal İstanbul projesi gündemdeyken, şu soru kaçınılmaz: İstanbul, tarih boyunca “dışarıdan gelen zenginliğin” oyun alanı mı oldu?
Evet, tarih tekerrür ediyor. Ama biz ne öğrendik? Dünyada Başka İstanbul yok.
YORUMLAR
Bir adet yorum var