7 Ekim 2023’ten bu yana Gazze’de yaşanan saldırılar sonucunda en büyük zararı gören alanların başında kültürel mirasın taşıyıcı unsurları olan arşivler, kütüphaneler, müzeler, okullar, sağlık kurumları ve ibadethaneler gelmektedir. Bu yapılar yalnızca taş ve harçtan ibaret değildir; bir milletin hafızasını, inancını, medeniyetini ve geleceğe aktarma iradesini temsil ederler. Dolayısıyla bu mekânların yok edilmesi, sadece maddi bir tahribat değil, tarihî sürekliliğin kesintiye uğratılması anlamına gelmektedir. Bu tür hafıza mekânları, her yıkımla birlikte geri dönülemez biçimde kaybolmakta; Gazze’nin binlerce yıllık İslam ve Doğu Akdeniz kültür coğrafyasındaki konumunu silmeye yönelik bir girişime dönüşmektedir.
Buna ek olarak, Gazze halkının sesini dünyaya duyurmasını sağlayan iletişim araçlarının, haber kaynaklarının ve dijital yayın kanallarının sistematik biçimde işlevsiz hâle getirilmesi, yaşanan trajedinin daha da derinleşmesine yol açmaktadır. Bilginin dolaşımını sağlayan her kanal, aslında hakikatin arşivini temsil eder. Bu kanalların susturulması, hem insanlığın bilgiye erişim hakkını hem de Filistin halkının tanıklık hakkını ortadan kaldırmaktadır. Böylelikle Gazze’nin dijital ve fiziksel belleği, çağdaş anlamda bir bilgi soykırımına maruz bırakılmaktadır. (Buna ilaveten Google, Facebook, X vb. platformlarda yasaklı kelimeler ve engellemeler de dâhil. Muhtemelen bu yazı da yüksek derecede erişim sınırlamasına uğrayacak)
Uluslararası kamuoyu, Filistin halkının yaşadığı insani krizi uzun süredir aşırı pasif bir tutumla izlemekte; aynı zamanda Gazze’nin toplumsal belleğini ve tarihsel mirasını ayakta tutan kültürel hafızanın tahribine de sessiz kalmaktadır. Bu sessizlik, yalnızca siyasî bir ilgisizlik değil, medeniyet ve vicdanının körleşmesidir. Çünkü kültürel mirasın yok edilmesi, sadece bir ülkenin değil, bütün insanlığın hafızasına indirilen bir darbedir. Bu durum, gelecekte yaşananların belgelenmesi, tarihî adaletin tesis edilmesi ve hesap verilebilirliğin sağlanması açısından da büyük bir kayıp teşkil etmektedir.
Tarih, benzer örneklerle doludur: Yakın taihte Irak’ın işgali sırasında Bağdat kütüphanelerinin ve Osmanlı arşivlerinden kalan belgelerin yakılması, Saraybosna’da ilk hedef alınan yerlerin kütüphaneler olması, Doğu Türkistan’da kültürel kayıtların erişime kapatılması… Bunların her biri, kültürel hafızanın kasıtlı olarak hedef hâline getirildiği dönemlerdir. Arşivlerin, medeniyetin belleğini taşıdığı bilinciyle hareket eden her tarihçi, bu örneklerde insanlık tarihine işlenmiş aynı acı izi görebilir.
7 Ekim 2023 – Ocak 2024 tarihlerini kapsayan ve birçok eksik içermekle birlikte önemli tespitler barındıran rapor da bu tahribatın boyutlarını ortaya koymuştur. Raporda özellikle eğitim kurumlarının, dini mekânların ve sağlık merkezlerinin hedef alınmasının, bölgedeki toplumsal yapıyı uzun vadede zayıflatma stratejisinin bir parçası olduğuna dikkat çekilmektedir. Raporun tam metnine https://librarianswithpalestine.org/ adresinden ulaşılabilir.
Gazze’de yaşanan süreç, sadece kent dokusuna değil; insanın hafızasına, kültürün sürekliliğine ve ümmet bilincine de ağır zarar vermiştir. İnsanlar yaşam mücadelesi verirken belgelerin, kitapların veya yapıların yok olması kimi gözlerde önemsiz görünebilir. Oysa bir arşivci için bu kayıplar, kimliğin ve aidiyetin yok edilmesiyle eşdeğerdir. Çünkü bir milletin hafızası, onun varlığını koruyan en derin sığınaktır.
Filistin halkı, insanlık onurunu koruma mücadelesini bu hafıza üzerinden sürdürmektedir. Bugün yıkılan her kütüphane, yarın kurulacak bağımsız Filistin Devleti’nin tarihsel hakikatini savunacak delillerin eksilmesine neden olmaktadır. Ancak bu belgelerin bir kısmı dijital ortamlarda, bireysel çabalarla ve diaspora topluluklarının katkılarıyla korunmaya devam etmektedir. Bu çaba, arşivciliğin özündeki emanet bilincinin en somut tezahürüdür.
Eğer bölgede süregelen insani krize kalıcı bir çözüm bulunmazsa, bu tahribat sadece Filistin’e ait olmayacak; İslam coğrafyasının tamamında kültürel güvenliğin zedelenmesine yol açacaktır. Bölge ülkeleri ortak bir bilinçle hareket etmezse, istikrarsızlık ve kimlik aşınması dalga dalga yayılacaktır. Özellikle “Abraham Anlaşmaları” gibi siyasi girişimlerin, barış sürecini kolaylaştırmak yerine kimlik ve meşruiyet krizlerini derinleştirme riski de göz ardı edilmemelidir.
Bugün sağlık merkezlerinin, eğitim kurumlarının ve ibadethanelerin hedef alınması; insani yardımların engellenmesi; çocukların eğitim hakkından mahrum bırakılması, sadece bölgesel bir kriz değil, insanlığın ortak vicdanı için bir imtihan niteliğindedir. Çünkü medeniyet, ancak hafızasıyla yaşar; hafızası yok edilen toplumlar, tarih sahnesinde sessizliğe mahkûm olur.
Gazze’de yaşananlar, kültürel ve tarihî hafızanın sistematik biçimde tahrip edildiği, insanlığın arşivsel sorumluluğunu unuttuğu bir dönemi temsil etmektedir. Bu durum, tarihçiler, arşivciler, araştırmacılar ve vicdan sahibi herkes için unutulmaması gereken bir uyarıdır:
Bir milletin hafızası yok edilirse, adaletin kaydı da silinir.
YORUMLAR