Ana Sayfa Arama Galeri Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya

Göz önünde saklanan Siyonist milyarderler çevresi: Mega Group

“Hikâyenin derinliklerine inildikçe, Amerika’nın kendi kendini yöneten bir cumhuriyetten çok, hiçbir seçmene hesap vermeyen özel Yahudi ağları tarafından yönetilen bir sahneye benzediği iddiası güçleniyor.”

“Hikâyenin derinliklerine inildikçe, Amerika’nın kendi kendini yöneten bir cumhuriyetten çok,

Göz Önünde Saklanan Yahudi Milyarderler Çevresi

José Niño / Theoccidentalobserver.net – Kritik Bakış


 

Mega Group’un kamuya açık izleri silinmiş olabilir; ancak oluşturduğu güç yapıları, gözlerden uzakta faaliyetlerini sürdürüyor. Hikâyenin derinliklerine inildikçe, Amerika’nın kendi kendini yöneten bir cumhuriyetten çok, hiçbir seçmene hesap vermeyen özel Yahudi ağları tarafından yönetilen bir sahneye benzediği iddiası güçleniyor. Asıl gizem, Mega Group’un bir zamanlar ne olduğu değil; haleflerinin bugün gölgelerde sessizce neyi yönlendirdiğidir.

Çoğu Amerikalı, Mega Group’un adını daha önce hiç duymamıştır. Ancak bu sessiz Yahudi milyarderler konsorsiyumu, Jeffrey Epstein’a yönelik artan ilgi sayesinde yeniden kamuoyunun gündemine girdi. Epstein’ın ismi manşetleri tekrar süslerken, onun etrafında beliren tuhaf destekçi kadrosu da dikkat çekiyor: oligarklar, istihbarat kökenliler ve hayırseverlik dünyasının etkili isimleri.

Bu gölgeli figürler galerisinin merkezinde, Siyonist projenin en etkili hamilerinden biri olan Leslie Wexner yer alıyor. 1991 yılında, Kanadalı içki mirasçısı Charles Bronfman ile birlikte Mega Group’u kurdu. Bazı kaynaklarda “Çalışma Grubu” olarak da anılan bu oluşum, 1998 tarihli Wall Street Journal profilinde, “ülkenin en zengin ve en etkili 20 Yahudi iş insanından oluşan gevşek yapılı bir kulüp” olarak tanımlanmış; odağının ise “hayırseverlik ve Yahudilik” olduğu belirtilmişti. Ancak daha ilk haberlerde bile daha derin bir yapının izleri hissediliyordu. Miftah sitesinde yer alan bir inceleme, Mega Group’u, Kudüs ve Washington’da hızla dikkat çeken; gayriresmî ama güçlü bir Yahudi Amerikalı milyarderler ve girişimciler kulübü olarak tanımlamıştı.

İsrail istihbarat kaynakları daha sonra Mega Group’u, Amerika Birleşik Devletleri’nde yürütülen nüfuz operasyonları için bir araç olarak tanımladı. Analistler, grubun İsrail’in dış istihbarat servisi Mossad ile olan temaslarına, daha geniş İsrail lobisiyle olan uyumuna ve kapalı kapılar ardında faaliyet yürütme alışkanlığına dikkat çekti. Yüzeyde hayırseverlik gibi görünen bu yapı, giderek daha fazla özel bir siyasi makineye benzemeye başladı.

Yahudi Oligarklar Ağının Mimarları

Resmî anlatıya göre, Wexner ve Charles Bronfman, büyük ölçekli Yahudi hayırseverlik faaliyetlerini koordine etmek amacıyla 1991 yılında Mega Group’u birlikte kurdu. Ağın daha sonraki bir taslağı, bu yapının yaklaşık 20 üyeyle başladığını gösteriyor; bunların neredeyse tamamı milyarder ya da milyardere çok yakın kişilerdi. Executive Intelligence Review ve diğer kaynakların aktardığına göre, 2001 yılına gelindiğinde üye sayısı yaklaşık 50’ye yükselmişti. Wall Street Journal ise yıllık aidatın yaklaşık 30.000 dolar civarında olduğunu bildirdi.

Üye listesi, Yahudi elit kurumlarının adeta bir güç haritası gibi okunabilir. Öne çıkan isimler arasında şunlar yer alıyordu:

-Leslie Wexner, The Limited ve Victoria’s Secret’ın kurucusu.

-Charles ve Edgar Bronfman, Seagram içki imparatorluğunun mirasçıları ve Dünya Yahudi Kongresi’nin uzun yıllar liderliğini yapmış figürler.

-Michael Steinhardt, Hedge Fund Alpha ve MicroCapClub tarafından Wall Street’in en başarılı yatırımcılarından biri olarak tanımlanan öncü hedge fon yöneticisi.

-Max Fisher, Detroit merkezli petrol zengini ve Cumhuriyetçi Parti’nin etkili ismi; Eisenhower’dan George W. Bush’a kadar birçok başkana Yahudi ve Orta Doğu meselelerinde danışmanlık yapmıştı.

-Ronald Lauder, Estée Lauder servetinin varisi ve sonrasında Dünya Yahudi Kongresi başkanı.

-Harvey Meyerhoff, Baltimore merkezli emlak milyarderi, Amerika Birleşik Devletleri Holokost Anı Müzesi’nin kurucu başkanı; aynı zamanda kendi hayır vakfı ve Pi Lambda Phi tarafından da profillenmiştir.

-Laurence Tisch, Loews Corporation’ın başkanı; oğlu James daha sonra United Jewish Communities’in başına geçmiştir.

MintPress News tarafından hazırlanan kapsamlı bir dosya dahil olmak üzere çeşitli araştırmalar, bu çevrenin sıradan bir hayırseverlik kulübünden çok daha fazlası olduğunu savunmuştur. Esasen Mega Group, para, medya, istihbarat ve Siyonist lobiciliğin tek bir oligarşik girişimde birleştiği bir ağın merkezî düğüm noktası olarak işlev görmüştür. Bu yapı, geleneksel yasama sürecini tamamen dışlayan paralel bir güç mekanizması şeklinde çalışmıştır.

Wexner, Epstein ve Manhattan Konağı

Leslie Wexner, bu hikâyenin belki de en kritik figürüdür—yalnızca kurumsal imparatorluğu nedeniyle değil, Jeffrey Epstein ile olan benzersiz ilişkisi nedeniyle de. Wexner, servetini 1963’te The Limited’i kurarak inşa etti; sonrasında Victoria’s Secret, Bath and Body Works, Abercrombie and Fitch ve L Brands çatısı altındaki diğer markalarla işlerini büyüttü. 2020’li yılların başlarında net servetinin 4,5 ila 7 milyar dolar arasında olduğu tahmin ediliyordu. Bu da onu Amerika Birleşik Devletleri’nin en zengin insanlarından biri ve Fortune 500 şirketleri arasında en uzun süre CEO’luk yapmış isim hâline getiriyordu.

Sonra Epstein geliyor. Üniversite diploması olmayan eski bir lise matematik öğretmeni, 1980’lerin başında bir şekilde Wexner’ın finansal yöneticisi hâline geldi. Jewish Telegraphic Agency, Wexner’ın Epstein’a “tüm parasının” kontrolünü verdiğini bildirdi. Vanity Fair ise Wexner’ın Manhattan’daki 51.000 metrekarelik konağını ve aslen The Limited’e ait olan özel bir jeti Epstein’a devrettiğini ortaya koydu. Bu devrin ardından, Epstein’ın evi New York City’deki en büyük özel konutlardan biri hâline geldi.

Eski Victoria’s Secret yöneticileri, aralarındaki garip dinamiği tanımlarken Wexner’ın toplantılarda Epstein’a boyun eğdiğini anımsıyor. İçlerinden biri, “Les, elini Epstein’ın omzuna koyardı,” diye hatırlıyor. Epstein’ın 2019’da tutuklanmasının ardından, Wexner kendi vakfına yazdığı mektupta finansal olarak manipüle edildiğini iddia etti ve Epstein’ın suç teşkil eden davranışlarından haberi olmadığını ısrarla savundu. Ancak bu açıklama, gizemi daha da derinleştirdi. Vanity Fair’e göre, Epstein’ın serveti yaklaşık 559 milyon dolara ulaşmıştı. Wexner onun tamamen belgelenmiş tek müşterisiydi. Bu rakamların nasıl oluştuğuna dair kamuya açık hiçbir kayıt bulunmamaktadır.

En çarpıcı yorum ise istihbarat kökenli isimler ve araştırmacı gazetecilerden geliyor. Onlara göre Epstein, İsrail’in cinsel şantaj aparatının bir parçası olarak faaliyet gösteriyordu. Eski bir İsrail istihbarat görevlisi olan Ari Ben Menashe, Electronic Intifada ve diğer platformlara yaptığı açıklamalarda, Epstein ile İngiliz Yahudi sosyetesi mensubu Ghislaine Maxwell’in İsrail askerî istihbaratı için çalıştığını ve şantajda uzmanlaştıklarını iddia etti. Ben Menashe, 1980’lerde Ghislaine’in babası Robert Maxwell’in (İsrail adına casusluk yaptığı yaygın şekilde bilinen) ofisinde Epstein’ı gördüğünü söyledi. Wexner’ın Epstein’a devrettiği Manhattan konağında, MintPress News’ten yazarlar da dâhil olmak üzere çeşitli araştırmacıların belirttiğine göre, gizli güvenlik kameraları bulunuyordu.

Washington Times’ta yazan ve pek çok özet çalışmada alıntılanan eski NSA karşı istihbarat subayı John Schindler, Epstein’ın daha geniş bir İsrail gizli eylem ağı içinde faaliyet gösterdiğini savundu. Wexner bağlantısına özellikle vurgu yapan Schindler, “Jeffrey Epstein’ın milyarder hamisinin bu grubun kurucu ortağı olduğunu biliyoruz. Gerisi spekülasyon,” diyerek, Kongre’nin ya da ciddi araştırmacı gazetecilerin bu dosyayı çözmek için Mega Group’u başlangıç noktası olarak alması gerektiğini öne sürdü.

Sosyal Mühendislik Olarak Hayırseverlik

Mega Group, hayırseverlik projelerini kullanarak Yahudi kimliğini yeniden şekillendirme ve diaspora topluluklarını İsrail’in çıkarlarıyla uyumlu hâle getirme konusunda son derece etkili oldu. Bunun en belirgin örneği, İbranice’de “Taglit” olarak bilinen Birthright Israel programıdır. Bu program, Yahudi genç yetişkinlere İsrail’e yönelik ücretsiz on günlük seyahatler sunmaktadır. Charles Bronfman ve Michael Steinhardt, Birthright’ı 1999 yılında başlattı. eJewishPhilanthropy ve Jewish Journal’da yer alan haberlere göre, Bronfman ve Steinhardt her biri 8 ila 10 milyon dolar arasında bağışta bulundu. Edgar Bronfman ve Lynn Schusterman’ın da aralarında yer aldığı 12 ek bağışçı ise, beş yıl boyunca kişi başı 5 milyon dolar katkı sundu. İsrail devleti de bu fonlamayı eşleştirerek, başlangıçta yaklaşık 140 milyon dolarlık bir kaynak oluşturdu.

Brandeis Üniversitesi’nden Leonard Saxe, Jewish Journal’da alıntılanan yazısında Birthright’ı “bugüne kadarki en büyük Yahudi eğitim programı” olarak nitelendirdi. Programın amacı, Yahudi kimliğini güçlendirmek, karışık evlilikleri ve asimilasyonu engellemek ve İsrail’e olan bağlılığı derinleştirmektir. Temelde Birthright, Yahudi milyarderler tarafından finanse edilen, İsrail devleti tarafından desteklenen ve Amerika’daki Yahudileri harekete geçirmek için tasarlanmış geniş kapsamlı bir kimlik inşa girişimidir.

Mega Group, aynı zamanda Hillel International ve Kuzey Amerika’daki Yahudi eğitimine de ciddi fonlar aktardı. Grubun hayırseverlik faaliyetlerine dair Wall Street Journal’da 1998 yılında yayımlanan bir yazı, küçük bir üye grubunun, Hillel’i yeniden finanse etmek amacıyla 1994 yılında beş yıl boyunca yıllık toplam 1,3 milyon dolar bağışlamayı taahhüt ettiğini ortaya koydu. Daha sonra altı üye, Yahudi gündüz okullarına eşleştirme hibeleri sağlayan Yahudi Eğitimi Ortaklığı (Partnership for Jewish Education) adlı yapıyı kurmak üzere kişi başı 1,5 milyon dolarlık bağış yaptı. Bu adımlar, güçlü bir Siyonist dünya görüşünü teşvik eden yaygın bir gündüz okulu ve kampüs organizasyonu ağını önemli ölçüde pekiştirdi.

Sonuç olarak bu hayırseverlik imparatorluğu, yalnızca dinî veya kültürel faaliyetleri finanse etmekle kalmadı. Aynı zamanda, Amerika Birleşik Devletleri’ndeki genç Yahudi nesiller arasında İsrail’e sarsılmaz bir bağlılık oluşturan bir altyapının inşasına katkı sağladı.

Düşünce Kuruluşları, Konferanslar ve Siyasi Mesajlar

Mega Group’un etkisi Washington’a kadar derinlemesine uzanıyordu. Grubun birçok üyesi, Washington Yakın Doğu Politikası Enstitüsü (Washington Institute for Near East Policy – WINEP) adlı düşünce kuruluşunun yönetim kurulunda yer aldı. AIPAC çevresinden doğan bu kurum, John Mearsheimer ve Stephen Walt tarafından Amerika Birleşik Devletleri’ndeki İsrail lobisinin çekirdek unsurlarından biri olarak tanımlanmıştır. Media Bias Fact Check ve Militarist Monitor gibi kaynakların da belirttiği üzere WINEP; araştırmalar yürütür, askerî personeli eğitir ve hükümet yetkililerine Orta Doğu politikası konusunda brifingler verir. 1990’ların sonlarında WINEP’in yönetim kurulu üyeleri arasında Charles ve Edgar Bronfman, Max Fisher, Harvey Meyerhoff ve Michael Steinhardt bulunuyordu. (WINEP şu anda, daha önce iki TOO makalesinde de adı geçen Robert Satloff tarafından yönetilmektedir; güncel yönetim kurulu üyeleri de burada listelenmiştir.)

Bu ağın, örgütlü Yahudi liderliği üzerindeki etkisi de aynı derecede çarpıcıydı. Aynı çevrelerde yer alan Malcolm Hoenlein, Başlıca Amerikan Yahudi Kuruluşları Başkanlar Konferansı’nda başkan yardımcısı ve sonrasında genel müdür olarak görev yaptı. Bu konferans, uluslararası ilişkiler konusunda Amerikan Yahudi topluluğunun fiilî kamuoyu sesi olarak hizmet vermektedir.

2003 yılına gelindiğinde, zaten son derece güçlü olan bu yapı, profesyonel Cumhuriyetçi mesaj stratejisi uzmanlığını da bünyesine kattı. Grup, odak grup analizlerine dayalı dil kılavuzlarıyla tanınan anketçi Frank Luntz’u işe aldı. Luntz, İsrail savunucuları için kapsamlı rehberler hazırladı; bunlardan biri de Küresel Dil Sözlüğü (Global Language Dictionary) olarak biliniyor. Bu belgede Luntz, yerleşim yerlerinin İsrail’in en büyük halkla ilişkiler sorunu olduğunu belirtiyor ve okuyucularına, söylemi “toprak değil, terör” eksenine kaydırmaları gerektiğini tavsiye ediyordu. Kılavuzun verdiği temel mesaj son derece açıktı:

“Mesele ne söylediğiniz değil, insanların ne duyduğudur.”

Luntz’un katkısıyla, Mega Group ve müttefiki olan kurumlar, ABD’deki söylemi öyle bir çerçeveye oturttu ki, İsrail’in güvenliği Filistinlilerin haklarının önüne geçti ve İsrail politikalarına yönelik eleştiriler kolaylıkla aşırılık ya da bağnazlık suçlamalarına dönüştü.

1997 Mega Casus Gizemi

1997 yılında Washington’da “Mega” adı verilen bir şeye ilişkin ayrı bir hikâye patlak verdi. Washington Post, Amerika Birleşik Devletleri sinyal istihbaratının iki İsrailli istihbarat görevlisi arasındaki bir telefon görüşmesini dinlediğini ortaya çıkardı. Görevlilerden biri, Dışişleri Bakanı Warren Christopher’ın Yasir Arafat’a yazdığı bir mektuba atıfla, “Büyükelçi, bu mektubun bir kopyasını almak için Mega’ya gitmemi istiyor,” dedi. Üstü ise, “Bunun için Mega’yı kullanmıyoruz,” diye karşılık verdi.

Amerika Birleşik Devletleri’ndeki araştırmacılar, Mega’nın hükümetin üst kademelerinde yer alan yüksek seviyeli bir muhbiri ifade ettiğinden şüphelendi. Bazıları, bu figürün Jonathan Pollard casusluk davasıyla bağlantılı olabileceğine; hatta Pollard’a hangi belgeleri talep etmesi gerektiği konusunda yol gösteren gizemli “Bay X” olabileceğine inanıyordu. İsrail ise başlangıçta Mega’nın yalnızca Merkezi İstihbarat Teşkilatı için kullanılan bir kod ad olduğunu ileri sürdü.

Eski NSA karşı casusu John Schindler, daha sonra İsrail istihbarat yetkililerinin MEGA’yı Amerika Birleşik Devletleri’nde casusluk ve nüfuz operasyonları için bir araç olarak gördüklerini belirtti. Kamuoyu, Wexner ve Bronfman tarafından kurulan ve Mega Group adıyla bilinen ayrı bir oluşumun varlığını öğrendiğinde, bu iki hikâye arasındaki ilişkiye dair spekülasyonlar daha da yoğunlaştı. Herhangi bir doğrudan bağlantının olup olmadığı ise resmî bir soruşturmayla hiçbir zaman tam olarak açıklığa kavuşturulmadı. Zamanlama ve örtüşen aktörler, bu sorunun gündemde kalmasına yol açmaya devam etti.

Robert Maxwell, PROMIS ve Gözetim Arka Kapısı

Eğer Epstein ve Wexner bu hikâyenin bir kutbunu oluşturuyorsa, Robert Maxwell diğer kutbu temsil ediyor. Ghislaine Maxwell’in babası olan bu Britanyalı medya patronu, uzun süredir Mossad ajanı olarak tanımlanıyor. Gordon Thomas ve diğer araştırmacılar, Robert Maxwell: Israel’s Superspy (Robert Maxwell: İsrail’in Süper Casusu) gibi eserlerde onun faaliyetlerini ayrıntılı biçimde belgelemiştir.

MintPress News’in de vurguladığı gibi, Maxwell’in Charles Bronfman ile yakın ticari ilişkileri vardı. İddiaya göre, İsrail istihbaratına PROMIS adlı yazılımın değiştirilmiş bir versiyonunu dağıtmasında yardımcı oldu. PROMIS, aslında ABD Adalet Bakanlığı için Inslaw şirketi tarafından geliştirilmiş; farklı veritabanlarını entegre edebilen ve bireyleri izleyebilen bir vaka yönetim aracıydı.

İsrailli ajanlar, bu yazılıma gizli bir arka kapı (backdoor) ekledi ve Maxwell’i satıcı olarak kullanarak programı yabancı hükümetlere ve Los Alamos gibi hassas nükleer laboratuvarlar dâhil olmak üzere önemli kurumlara dağıttı. Bu arka kapı sayesinde, bilgi sistemlerini modernize ettiklerini düşünen müşterilerin verilerine gizlice erişilebiliyordu. Ari Ben Menashe gibi eski istihbarat mensupları, Maxwell’in bu geliştirilmiş yazılımı İsrail istihbaratına ve başka müşterilere satmak için anlaşmalar yaptığına dair tanıklıkta bulundu.

Maxwell, 1991 yılında yatından düşerek son derece şüpheli koşullar altında hayatını kaybetti. Resmî açıklamalar bunu bir kaza veya olası bir intihar olarak nitelendirdi. Ancak pek çok gözlemci, onun rolü kamuoyu önünde fazla görünür hâle geldiği için bir temizlik operasyonu yapıldığına inandı.

Maxwell’in faaliyetleri, Mega Group’un yükselişi, Epstein skandalı ve Mossad’ın Amerika’daki belgelenmiş agresif operasyonlarıyla birlikte değerlendirildiğinde, ortaya çıkan tablo bir tesadüfler zincirinden çok, örtülü nüfuzun tutarlı bir mimarisi olarak karşımıza çıkıyor.

Organize Suç ve Medya Kontrolü

Mega Group’un bazı üyeleri, organize suçla bağlantılı miraslara sahipti. Michael Steinhardt’ın babası Sol “Red McGee” Steinhardt, 20. yüzyılın en güçlü organize suç figürlerinden Yahudi suç lideri Meyer Lansky’nin mafya ortağıydı. Bu bağlantılara dair bilgiler, Steinhardt’ın hayatını anlatan çeşitli profiller ve analizlerde yer almakta; bunlar arasında “Mega Group mafyası” fikrini inceleyen eleştirel Instagram yazıları da bulunmaktadır. Bronfman imparatorluğu ise, kısmen Prohibition dönemi boyunca içki dağıtımı üzerinden büyümüştür; bu sektör kaçak içki ağlarıyla sıkı şekilde bağlantılıydı.

Mega Group, İngilizce konuşulan medya dünyasındaki kapsamlı bağlantıları sayesinde doğrudan medya gücüne de sahipti. Wexner, Hollinger Corporation yönetim kurulunda görev yaptı; bu holding Jerusalem Post, Chicago Sun Times ve Daily Telegraph gibi İngiliz gazetelerinin sahibiydi. Bronfmanlar, dönemin en büyük medya holdinglerinden biri olan AOL Time Warner’da önemli bir hisseye sahipti. Ronald Lauder ise İsrail ve Doğu Avrupa’daki etkili medya kuruluşlarını kontrol ediyordu.

Bu medya varlıkları yalnızca kamuoyunu şekillendirmekle kalmadı; aynı zamanda ağı korudu. Epstein’ın İsrail ile olan bağlarına yönelik eleştirel haberler yıllarca nadir kaldı. Electronic Intifada ve diğer kaynakların belirttiği gibi, bu durum, ana akım medya kuruluşlarının Epstein’ın iddia edilen istihbarat bağlantılarını ciddi biçimde incelemekten kaçındığını ortaya koymaktadır.

Hayırseverlikten Oligarşiye

1991’deki kuruluşundan, 2001 yılında Edgar Bronfman’ın Manhattan’daki malikanesinde yapılan son doğrulanmış toplantısına kadar Mega Group, bir tür oligarşik özel konsey gibi işlev gördü. Yılda iki kez yapılan bu toplantılarda, varlıklı Yahudi bağışçılar, Amerika Birleşik Devletleri’nin İsrail’e yönelik politikasını etkileyen kritik kararlar alıyordu. Bütün olarak bakıldığında grup, fiilî bir gayriresmî politika belirleme organı niteliği taşıyordu.

2001 sonrasında Mega Group kamuoyu sahnesinden çekildi. Dağılmış olabilir. Ya da daha büyük olasılıkla, faaliyetlerini çok daha gizli bir biçimde sürdürmeye başlamış olabilir. Ancak açıkça ortada kalan bir şey var: Grubun inşa edilmesine yardımcı olduğu altyapı hâlâ ayakta.

-Birthright Israel, dünya çapındaki en başarılı Yahudi eğitim programlarından biri olmaya devam ediyor.

-Daha önceki federasyonlardan oluşturulan United Jewish Communities, hâlâ yıllık milyarlarca dolarlık fonu yönlendiriyor.

-Dünya Yahudi Kongresi, bugün Ronald Lauder’ın başkanlığında, küresel diplomaside güçlü bir aktör olmayı sürdürüyor.

Sonuç itibarıyla Mega Group’un kamuya açık izleri silinmiş olabilir; ancak oluşturduğu güç yapıları, gözlerden uzakta faaliyetlerini sürdürüyor. Hikâyenin derinliklerine inildikçe, Amerika’nın kendi kendini yöneten bir cumhuriyetten çok, hiçbir seçmene hesap vermeyen özel Yahudi ağları tarafından yönetilen bir sahneye benzediği iddiası güçleniyor. Asıl gizem, Mega Group’un bir zamanlar ne olduğu değil; haleflerinin bugün gölgelerde sessizce neyi yönlendirdiğidir.

Kaynak: Haksöz