Ana Sayfa Arama Galeri Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya

Eğitimde Otorite Kaybı: Nesil Neden Değişti?

Songül Kılınç, öğretmen otoritesinin zayıflaması, öğrenci merkezli eğitim, aile tutumları ve okul yönetiminin hataları ışığında eğitim sisteminin güncel sorunlarını ele alıyor.

Songül Kılınç, öğretmen otoritesinin zayıflaması, öğrenci merkezli eğitim, aile tutumları

✍️ | Songül KILINÇ‘ın kaleminden

Öğretmenini görünce ceketinin düğmesine eli giden, hemen ayağa fırlayan nesilden; öğretmeni görünce ayak ayak üstünde oturan, hocanın verdiği selamı almayan bir hâle nasıl geldik?

Bunların birinci suçlusu öğrenci merkezli eğitim sistemi. Öğretmenin değil, öğrencinin sistemi yönetmesi gerektiğini savunan bu eğitim anlayışında eğitim, öğretmenden alınıp; hiçbir şey bilmeyen, eğitilmeye ve öğretilmeye ihtiyacı olan çocukların eline verildi. Bunun doğru eğitim olduğunu düşünen eğitimciler, diğer öğretmenleri öğrencilerin yanında yerden yere vurdular.

Rehber öğretmenlerin görevlerini yalnızca öğrencilerin duygu ve düşüncelerini anlamak ve onlara yardım etmek olarak gören; sadece öğrencinin sağlığını önemseyip anne, baba ve kardeşten şikâyet için gelen öğrenciye “Sen haklısın, ailen yanlış” diyen; öğretmeniyle sorun yaşayan öğrenciye “Sen haklısın” diyen; arkadaşıyla sorun yaşayana “Sen haklısın” diyen; yönetime karşı öğrenciyi haklı gören bir rehberlik sistemi var.

Öğrenci bir öğretmeniyle sorun yaşadığında müdüre gidiyor ve öğretmen, çocuğun ya da velinin isteği doğrultusunda cezalandırılıyor. (Bu, özellikle özel okullarda öğretmenin işinden kovulmasıyla sonuçlanıyor.) Zaten özel okul ve kurslarda öğretmenlerin ekmeği; öğrencilerin, velilerin, yerini koruma derdinde olan rehber öğretmenlerin ve kurucuların iki dudağının arasında. Durum böyle olunca, çocuk neden aciz gördüğü öğretmene saygı duysun? Doğal olarak onlara bu hakkı veren sistem yanlış; çocukların yaptıkları değil, çünkü sistem çocuklara bunu öğretiyor.

Derste uyuyan, yemek yiyen, gezen, geç gelen, yatarak oturan öğrenciye müdahale eden öğretmene, kurum müdüründen şu uyarılar geliyor: “Hocam, çocuk o şekilde daha iyi anlıyormuş. Siz müdahale edince psikolojisi bozuluyormuş. Bırakın istediği gibi dinlesin. Burası özel kurum, bu çocuklar buranın para kaynağı. Tek önemli şey buradan mutlu gitmeleri, o sebeple bırakın istediklerini yapsınlar.”

Bu durumda öğretmenlerin tavrı şu oluyor: “Ben hiç karışmıyorum. İster uyusun ister yemek yesin. Uyarınca kötü öğretmen oluyorsun. O sebeple karışmıyorum.” Burada anlamadığım şu: Öğretmenlik sadece sevilmek midir, yoksa iyi öğretmen olmak mı? Üstelik öğrencinin seni sevme sebebi, onun bütün yanlışlarını görmezlikten gelmen ise… Bu mu sevilmek?

Öğrenci geliyor: “Ben şu dersi sevmiyorum.”
Neden?
“Öğretmeni sevmiyorum.”
Neden sevmiyorsun?
“Çünkü derste yemek yememe izin vermiyor, uyumama izin vermiyor, ödev yapmayınca eksi veriyor, velime haber veriyor, derste çok yazdırıyor, sürekli ders anlatıyor, hiç dedikodu yapmıyor, bizi güldürmüyor.”
Hımmmm…

Başka bir öğrenci geliyor: “Şu öğretmeni çok seviyorum.”
Neden seviyorsun?
“Bir arkadaş gibi. (Öğretmenden, anne babadan arkadaş olmaz.) Bizim aşk hikâyelerimizi dinliyor, kendi aşklarından bahsediyor, derste uyumama izin veriyor, ödev vermiyor, bizi güldürüyor. Çok komik bir öğretmen.”
Hımmmm…

Bu şekilde düşünen öğretmenleri suçlayamıyorum; çünkü öğrenciler, uyarıldıkları için “Dersi sevmiyorum, hocayı sevmiyorum” diyerek ailesine, rehber öğretmenine ve müdüre şikâyet ediyorlar. Ve onlar haklı görülüyor. Dersi dinlemediği için, uyarı aldığı için haklı duruma gelen öğrenci; dersini anlatmak için çabalayan, ders dinleyen öğrencinin hakkını koruyan öğretmen ise haksız oluyor. İşte günümüz öğretmenlerinin hâli.

Gelelim, çocukların bu hâle gelmesinin temeldeki suçlusuna: Aile. Çünkü eğitim de öğretim de ilk onlarla başlıyor.

“Benim çocuğuma benden başka kimse kızamaz. O öğretmen de kim ki?” ya da çocuğuna kızan öğretmene “Sen benim çocuğuma nasıl kızarsın?” diyerek yakasına yapışan veli… Şunu bilmiyor: Senin saygı duymadığın insana evladın saygı mı duyacak? Saygı duymadığı bir insandan ne öğrenecek? Bir insan bir insanı sevmek zorunda değil lakin saygı duymak zorunda. Öğretmen ödev verse “Çok ödev veriyor!” diye şikâyet eden veli, ödev vermeyen öğretmeni de şikâyet ediyor.

Bir gün bir velinin arabasına bindim. Yol boyunca okulu, müdürü, öğretmenleri, çocukları ve diğer velileri kötülediler. Çocuklar bunların hepsini dinledi. Arada örneklerle de bunu desteklediler. Bu çocuk ne öğrensin o eğitim-öğretim ortamından? Bahsettikleri okul ise çevrede bilinen en iyi devlet okulu. Kendileri ise sütten çıkmış ak kaşık.

Eğitim, okul–veli–öğrenci üçlüsünden oluşan bir saç ayağı gibidir. Okul ve aile ayağı kırılırsa diğerinin ayakta durması imkânsızdır. Öğrenci ayağı kırılırsa okul ve aile bir şekilde ayakta tutar. Bu ayağı ayakta tutmak için onu başka yerinden kırarak iyileştiremeyiz. Önce doğru yeri nasıl tedavi edeceğimizi bilip bunu uygulamalıyız.

Madem doğru tedavi ile olur, nedir o doğru tedavi? Okul idaresi, öğretmen ve veli üçlüsünün birbirinin kuyusunu kazmak yerine birbirine destek vermesidir. Yani derste uyuyan öğrenci uyarıldığında üzülür. (Hele bu nesil, en güzel üslupla bile söylense üzülür.) Üzülünce idareye, rehber öğretmene gider; onlar da uygun bir dille uyumasının yanlış olduğunu anlatır. Çocuk hâlâ anlamazsa ailesine gidilir. Aile derste uyumanın yanlış olduğunu en uygun şekilde anlatır. Şunu bilmeliyiz ki bu çocuk, istediğini yaptırmak için ona yanlış olduğunu söyleyen herkesi karalamaya çalışacaktır ve açık kapı bulduğunda mutlaka girecektir.

Bir rehber öğretmen veliye şöyle demiş: “Çocuk derslerde hep uyuyor.”
Velinin cevabı: “Bir oyun konsolu kurun dershaneye; dersi dinleyince oyun sözü verin. Bakın uyuyor mu?”
Velinin çözümü (!) ve bizi iş bilmemekle suçlaması… Bu arada çocuk her gün sabah beşe kadar oyun oynuyormuş. Kendi eğitimi süper (!)

Bir öğretmen sınıfta çocuklara şöyle demiş: “Ben size kimya öğretme sözü verebilirim, karakter sözü veremem.”
Çocuklar bu söze bayılmış. O an sanki kalbimden vuruldum. Bir öğretmen önce karakter sözü vermek zorundadır. İlmi çocuk kitaplardan da öğrenir.

Önce doğru anne, baba ve öğretmen olmayı öğrenmeliyiz. Çocukları hep haklı görmek, sınır koymamak, sınırları öğretmemek eğitimle uyuşmaz; bu, eğitim değildir.

“Öğretmenler, yeni nesil sizin eseriniz olacaktır” sözünün gerçekleşmesi için önce öğretmenlerin elinden alınan hakların geri verilmesi gerekir. Öğretmene bu kadar müdahale eden velilere sınır koyulmalı. Veli WhatsApp grupları kaldırılmalı.

Burada birinci görevli ve en büyük sorumlu, Millî Eğitim Bakanlığıdır.

Bütün eğitim–öğretim sorunlarının çözülmesi duasıyla.